kemah-kalesi

İlçe merkezinin güneydoğusunda, ilçeye hâkim beşgen biçimli, doğal kayalık yükseltiye kurulmuş olan Kemah Kalesi’nin kesin inşa tarihi konusunda net bir belge ve bilgi mevcut değildir. Ancak, araştırmalar esnasında tespit edilen seramik parçaları, su tüneli v.b maddi kültür kalıntıları, Kemah Kalesi’nin kuruluşunun M.Ö. IV. bine kadar uzandığına işaret etmektedir. Zira kale ve çevresinde son Kalkolitik ve ilk Tunç Çağı devrelerine ait veriler ile Karaz kültürünü yansıtan bolca seramik bulunmaktadır.

Kuruluşundan itibaren sırasıyla, Hitit, Asur ve Urartu² hâkimiyetinde kalan kale yerleşiminin bu dönemlerde çeşitli ilave ve değişimlere maruz kaldığı anlaşılmaktadır.

Mevcut veriler ve kalıntılar kalenin Osmanlı döneminde de imar edildiğini çözülemeyen ve bugün Ömer Akdağ’ın evinin duvarında bulunan bir kitabe, bu devir yapılaşmasıyla alakalıdır.

539

Tarihi oldukça eskilere uzanan Kemah şehrinin ilk kuruluş yeri olan ve şehrin kuruluşunda son derece önemli rolü bulunan Kemah Kalesi’nin yerleşim alanındaki kalker-kaya karışımı dokusu, doğuda tanasur Çayı’na bakan yönde orduların daha saklanacağı biçim ve ölçüde oyulmuş, birbirine geniş koridorlarla bağlı, yer yer kayaya çentilmek suretiyle oluşturulmuş yapay merdiven basamaklarıyla dikkati çeken, doğal korunma ve savunma alanlarının oluşumunu sağlamıştır.  Yine kalenin belirli kısımlarında görülen doğal mağaralar ile kalker kayalıklar arasından sızan suların meydana getirdiği doğal sarnıç niteliğindeki oluşumlar da dikkat çekicidir.

Kalenin ilçeye bakan batı yönünde 8–9 sıra taş basamakla inilen bir alan düzenlenmiş ve set oluşturulan kayalık yüzeyler, tapınma nişleriyle teşkilatlandırılarak tipik bir Urartu tapınma mekânı haline dönüştürülmüştür. Söz konusu tapınma alanı, Urartuların Van kalesi’nin kuzeyinde tanzim ettikleri tapınma alanlarıyla büyük benzerlikler göstermektedir.

1071 Malazgirt zaferi’nden sonra Mengücek Gazi’nin kurduğu Atabeyliğin payitahtlığını yapan Kemah’ın, önemli bir savunma yapısı olan ve 1228’den itibaren Selçuklu hâkimiyetine giren Kale hakkında Evliya Çelebi; “Kale beş köşeli olup, bedenleri ve burçları büyük taşlarla inşa edilmiştir. Kalenin giriş kapısı kıble yönüne bakmaktadır. İki kat kapıları vardır ve demir kapılardır. İlk kapının iç tarafından ikişer tunç toplar vardır. Yolları 27.şer karış olup, üç kantar ağırlığında gülleler atarlar. İçerideki kapının üst tarafında bir pehlivan gürzü, bir Hz. Ali ok ve yayı asılmıştır. İç kalede XVII. Asırdan kalma 600 kadar ev vardır. Boş olan yerlerde 5 adet buğday ambarı vardır. İçerisi Selim Han’dan beri pirinç çeltiği ve darı ile doludur. Gören bugün harmandan gelmiş de ambara konmuş zanneder. Kuşatma sırasında asker bununla geçinir. İç kalede 8 mescit, 3 tane cami vardır. Kale kapısı civarında bulunan Bey Camii en eskilerindendir. Diğerleri tahta minarelidir. Kaleden Fırat Nehri’ne inen gizli bir su yolu vardır. Kaledeki halk muhasara sırasında su ihtiyaçlarını bu yolla nehirden temin ederlerdi.” Demektedir.

Anlaşıldığı üzere, kuruluşu Hitit-Urartu devrine kadar uzanan Anadolu’nun en eski kalelerinden bir durumundaki Kemah Kalesi, tarihin her döneminde Kemah Boğazı’nın güvenliğini üstlenmiştir. Mevcut kalıntılarının büyük bir kısmı, Mengüceklilere ve Selçuklulara ait olan kalenin, Osmanlı devrinde tamir gördüğü de anlaşılmaktadır.

Sarp ve müstahkem konumdaki kalenin vadiye bakan bölümünde mayili yol üzerinde yer alan arka arkaya iki kapı ile iç kaleye ulaşılmaktadır. Son onarımlarla orijinalitesini yitirmiş bu kapılardan ilki, düzgün kesme taş örgülü olup eyvan türünde düzenlenmiştir. Sivri eyvan kemerinin altındaki giriş açıklığı kemeri tahrip olmuştur. Yuvarlak kemerli giriş niteliğindeki ikinci kapı, açık sarı renkli kesme taşlarla, sonradan yenilenmiştir.

İç kalenin kuzeybatı bölümündeki kaya yerleşmeleri, ölçü ve biçim bakımından sığınma amaçlı yapay mekânlar olarak dikkati çekmektedirler.

Kalenin girişe yakın bölümünde, plan ve mimarisi net anlaşılamayacak derecede harap vaziyette yapı kalıntıları mevcuttur. Bunlar Evliya Çelebi’nin “İç kalede sekiz mescit, üç cami vardır, kale kapısı civarında bulunan Bey Camii bunların en eskilerindendir.” Diye bahsettiği camilere ait kalıntılar olabileceği gibi mevcut izler, dört eyvanlı merkezi kubbeli ve köşe hücreli Türk hamamlarını akla getirdiğinden, burasının Türk devrinde ilave edilmiş hamam olabileceği ihtimalide göz ardı edilmemektedir. Kale bünyesindeki kültür varlıklarının kimlik tespiti doğru tanımım, ancak kapsamlı bir kazı ile mümkün olabilecektir.

Kalenin güney ve güneydoğu sununu kuşatan Tanasur Çayı ile bağlantılı, sarp kayalıklardan geçen, büyük oranda ana kayaya çentilerek oluşturulmuş basamaklı tünel, uzunluğu ve yer yer tümüyle doğal kaya, yer yer yapay duvar örgüsü kullanılarak oluşturulmuş olmasıyla dikkat çekicidir. Bu tünellerin hem ana kıyaya oyulmuş sarnıçlar la hem de su ile olan bağlantısı tipiktir ve Urartu su tüneli-sarnıç ve su bağlantısını akla getirir.

Yıkık sur duvarlarının önemli noktalarında yer alan çokgen ve kare kesitli burçlar, harap vaziyette olsalar da, Türk devri savunma yapılarının düzgün kesme taş malzemeli ve sağlam karakterli burçlarının temel kimliğini yansıtmaktadır.

Dış yüzeyleri bosajlı-düzgün kesme taşlarla örülmüş çokgen planlı bir burç niteliği taşıyan ve yapının Tanasur vadisine bakan bölümünde önemli bir gözetleme kulesi niteliğinde inşa edilen kule, yörede Kral Kızının Kulesi veya Kral Kızının Çardağı olarak anılmaktadır. Söz konusu kulenin üst kısmında, çatıya geçişte yer alan ve öne taşıntı yapan konsollar, kuleye sağlamlık ve dikkat çekicilik kazandırmaktadır.